4 Temmuz 2016 Pazartesi

bu bir hiç


Gece yorgun.

Dışarıdaki yaprakları ağaçlardan kaldırımlara, kaldırımlardan da caddelerin kalabalığına iten ayaz, insanı da geceyi de yoruyor.

Mevsim, ağaçlara çiçek açtırmış fakat o çiçekler bu ayazı kaldırmayacak kadar güçsüz. Üstelik sen de Ankara’nın güneşine aldanıp ince giyinmişsin.

Yürüyorsun, ellerin giydiğin ince ceketin cebinde.

Sokaklar boş.
Sokaklar yokuş.
Her yer hâlâ soğuk.
Bu üçlüye alışık değilsin. Sıradan birçok insanın en büyük laneti bir şeyleri kanıksamakken, sen ne soğuğu ne de dik yokuşları kanıksayabildin. Bu konu üzerine kendini şanslı hissetmeli misin, bundan da emin olamıyorsun.

Yürüyorsun.

Onlarca şeyi sorgulayarak, kulaklıktan sızan sözlerin satır aralarında bir kişilik de olsa kendine yer arayarak.
Ayaz; her adımında yeni bilenmiş bir bıçak keskinliğiyle yüzünü, boynunu, ceketin cebine tam  sığdıramadığın ellerini, bileklerini kesiyor.
Hissettiğin sızı o kadar sert ki kanayan yerlerim var mı diye düşünmeye başlıyorsun.

Kanayan yerlerin,

yok.

Sen yalnızca acı eşiğinin yükselişine tanıklık ediyorsun.

Yürüyorsun, adımların hızlanıyor.

Soğuk, teninde daha fazla bıçak kesiği yaratmasın istiyorsun.
Bulduğun ilk kapıdan içeri giriyorsun. Odalardan geçip kapıya en uzak yere konumlanıyorsun, arkanda kalan tüm kapıları kapatarak.

Üşümüşsün.
Sıcak bulduğun yerlerin yokluğunda sağa sola çarparak ilerliyorsun.

Bir adam.

Yaşlı bir adam oturuyor tüm mahreminde.

Adı ne, bilmiyorsun.

Büyük ellerinden, uzamış saçlarından, kirli sakalından, yüzündeki öfkeden tanımaya çalışıyorsun.
Adamın sakallarının çokluğundan ten rengini bir türlü seçemiyorsun.
Kendine aynı anda onlarca soru sorup hepsine yanıt bulmaya çabalıyorsun.
Zihnindeki tüm sorular gürültüye dönüşüyor. Gürültünün şiddetinden sarsılıyorsun. Nabzın yükseliyor, kulak damarlarındaki kan hiç olmadığı kadar hızlı akıyor.  Korkunç gürültünün içinden tek bir soruyu çekip yakalıyorsun omuzlarından. Soru da sarsılıyor, en az sen kadar.

Cevap buluyorsun en beklenmedik anda. 

Evet, bu adamı yavaş yavaş tanıyorsun.
Kahveyi sert içer, sakal tıraşı olurken hep bir yerlerini keser, renklerden en çok sarıyı sever. Şiir okur geceleri, kapısı açık uyur.
Bir bir hatırlıyorsun…

‘’Gelmeyecektin’’ diyebiliyorsun sadece.

Yine böyle buz gibi bir günde gitmiştin. 

Ben, sen yokken terkedilmiş kasabalara köylüler yerleştirmiştim.
Bir daha haber alamadım ne senden ne onlardan.

Ben,
yüzünü ilk kez bu kadar tanıdığım kimselere benzetemedim.

Neden geldin?

Senâ / Ankara 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder